"Oysa ölürken kıymetlenirdi insanlar, o öldüğünde dahi dünyaların ondan haberi olmayacaktı. Ne sembolik bir saygı duruşu ne de bir Anma Töreni olacaktı ardından.''
Herkesler binbir telaşla onu uğurlamaya giderken bense her zamanki gibi doğru yerde, doğru zamanda olamamanın perişan ızdırabı içinde düşünce duvarlarımda kayboluyordum. Zihnim bir sağa bir sola savrulup acı içinde lime lime olurken, savrulan tek şeyin zihnim olmadığı pek aşikardı. Ağladıkça ağlıyor, kendimi inişi olmayan dönme dolapta kilitlenmiş halde buluyordum.
“Cahit´ine ve Ali’sine kavuşmuştu demek “ dedim gözyaşlarımı yerden toplayarak. “Şu dünyadan bir Gülten geçti diyeceklerdi.” öyleyse. Sahi diyecekler miydi? Siz der miydiniz mesela? Edebiyat dünyasına herhangi bir katkısı olmamıştı. Netflix´te belgeseli de yoktu. Esasen kendisi ile yapılmış küçük bir röportaj bile bulunmamaktaydı. Belli ki çocukluğunun geçtiği ev de müze haline gelmeyecek, sene de bir gün ardından bir Fatiha okunmaksızın bir dakikalık saygı duruşuna da gerek duyulmayacaktı. Peki öyleyse benim bu vurdumduymaz kalemim neden beni, bu güzel kadını yazmam için çekiştiriyordu?
Belki de kimseler bir şey demeyecek, zamanla o da unutulmuşlar çölünde sevdikleri tarafından bir seraba dönüşecekti. Köylüsü bile iki üç çaresiz ah vahtan sonra unutuverecekti kim bilir. Sahi sevdikleri de ilk günkü gibi taşıyabilecek miydi bu acıyı?
Onu göremeyen torunları için ise sessiz bir Fatiha’dan ibaret olacaktı kuşkusuz. Bayramlarda şıkır şıkır bayramlıkları ile acımasız sıcakta mezarlığın en sonunda duran mezar taşının yanına yaslanıp hızlıca okudukları bir Fatiha.. Bu kadar şiddetli kavgalar verirken acaba insanoğlu yalnızca bir Fatihaya dönüşeceğini biliyor muydu?
Belki aralarında Gülten adında minik bir ziyaretçi daha olacaktı. Tüm bu acılardan, babaannesinin hikayesinden habersiz kendi hikayesinde var olacaktı. Babaları ise o soğuk mermer taşa dayanıp deliler gibi ağlarken, belki de bu koca adamın böyle ağlayabildiğine şaşacaklardı.
Bir yandan da buzluktaki köfteler, kurutulan dolmalıklar, Karstaki kızı için kurduğu turşular öylece kala kalacaktı. İki kışlık hazırlarken her şeyi bilebilir miydi bahara dahi çıkamayacağını? Hayat sonunu bilmeden iki kışlık turşu kurdurtmuyor muydu ya insana? İşte buna Ah etmek istiyordum fakat tüm ahlarımı habersizce evvelki acılarıma bağışlamıştım.
Dosyetevski "Önce biraz ağladılar, ama alıştılar şimdi. Aşağılık insanoğlu her şeye alışır! diyor. Hatırı sayılır bir vakit geçtikten sonra biliyorum herkes unutuverecek. Uyumaya daha erken gidip, bayramlarda sanki hiçbir kayıp yaşamamışçasına güldüklerinde, tatlının yanında istemsizce çayı beklediklerinde ben de onlar gibi davranacağım.
Fakat benim uykuya dalışlarım hiçbir zaman onlarınki gibi kolay olmayacak. Elbette ilk günlerde ki gibi Rüyalar Aleminde dolaşmayacağım.Belki onu bu kadar çok anımsamayacağım. Belki de en iyileri ben olacağım unutanlardan yahut unutmuş gibi yapanlardan. Fakat gece sayıklamalarımda düzenli olarak ona yer vereceğim. İşte bu vefalı rutinim belki de beni diğerlerinden yavaşça ayıracak. Birde onu özlediğimde mor zarflı dualarımın içine selamımı da ekleyeceğim.
Ah, dünyaların tanıyamadığı güzel Gülten Hanım. Şu hayatta acı tatlı günlerini geçirirken ne çok adın yanında anılmıştın. Kaymakamın eşi, bu güzel çocukların anası, onun köylüsü, bunun yengesi derken peki sen en çok kiminle anılmayı sevmiştin? Eğer tahmin etme cüretinde bulunursam ben buna ''Onun eşi'' olarak anılmayı sevdiğini ileri süreceğim. Kim bilir belki de yalnızca onun yanında çırılçıplak bir gerçeklikle kendini hür ve değerli hissetmiştin.
Peki ya o güzel çocukların? Elbette herkes kendi çocuğunu güzel yetiştirdiğine inanırdı. Fakat bilmem ki, senin nazendelerinin buna ihtiyacı var mıydı? En güzel duyguları ben onlarda yaşamıştım.
Ne toprağına değebilir elim, ne de sana çıkar yolum. Peki şimdi sen söyle solar mı çiçeklerin sensiz?