Search This Blog

Friday, March 1, 2024

İÇİMİZDEKİ DİKTATÖR

Dernekler ülkesi lakabını hakkıyla taşıyan Almanya’da bir yeni gün daha protestosuz geçmiyordu. Zaten protestoyu alışkanlık haline getirmiş demir yolları çalışanlarından sonra çiftçiler de fahiş fiyat artışına traktörleriyle isyan etti ve birçok otobanda trafiği kitledi. Bunu duyan hava yolları çalışanları durur mu? Onlar da bir protesto patlattılar. İşte tüm bu protestocu yürekler, bir gün korku dolu bir sabaha uyandı. Birtakım otellerde birtakım karalar alınmış.Yabancıları ve yabancı uyrukluları göndermek istedikleri gün yüzüne çıkmıştı. Dönersiz hayat mümkün mü, sizi bilmem amma mevzuya öncelikle buradan bakalım. Bugünkü konularım baya ciddi, bakınız mevzulara bir o yandan bir bu yandan bakıyoruz. Aman ha, başınız dönmesin. Şu Alman mutfağından, İtalyan Restoranlarını, Asya mutfağını ve Almanların kendi tadı olmuş diğer lezzetleri alırsanız geri neyi kalır ki? Patatesten de bir gün bıkarsın efendi!

Mutfak mevzuundan çıkmak isterdim fakat son olarak bir de mercimek çorbasını ele alalım. Herkes aynı malzemeleri kullansa da her seferinde ortaya bambaşka bir lezzet çıkarması nasıl açıklanabilir ki? 

Yani bizler renklerimizle yeni renkleriz, farklılıklarımızla daha da büyüğüz ve daha da sesliyiz. Farklı kültürlerin, farklı dillerin ve dinlerin birlikte dönmesi dünyayı döndüren asıl güç esasen. Ama arada bilim adamlarına da kulak vermek lazım.

’’Hükümet Kadın “ filminde köyün papazı ile kaymakamın arasında geçen bir dialogda, kaymakamın papaza : ‘Beyazı siyahta, siyahı beyazda anlarsın senden olmayanı koru ki sende yaşayasın.’ dediği an hala capcanlı aklımda. Birden barış aktivisti mi kesildim ne? Değilim, inanmayın ben anarşiye pek yakınım. 

Tekrar bu otellere dönecek olursak; bu otellerde karanlık buluşmalar yapan arkadaşlar ne istiyorlar, hayatla kavgaları ne inanın bilmiyorum. Tüm bu olanlar bana birkaç zaman önce izlediğim ’’Er ist wieder da’’adlı kitaptan uyarlanan (O geri döndü) filmini hatırlattı. 2015 Almanyasına uyanan bir Hitler ile karşılaşıyoruz bu filmde. Sokaklar Hitler’in beklediğinin aksine askerlerden arınmış, özgür ve cıvıl cıvıl. Sonra o çağa uymayan kafasıyla ve ilkeleriyle Hitler’in zavallı bir biçimde kendi ilkelerini halka dayatmaya çalıştığını görürüz. Tabi kendisi sevgi ile karşılandığını düşünürken çoktan halk tarafından mizah malzemesi olmuştur.

 Her şey şaka gibi gözükse de maalesef değil. Ve bu partinin sandalye sayısı Almanya’nın sol Partisinden sayıca fazla. Sırf göçmen politikasından sızan çatlaklardan ötürü aşırı sağcı partiyi bize haklı göstermeye çalışan zavallı alman arkadaşımı düşünürsem elbette bu sayıya şaşırmamalıyım. Ayrıca hepimiz o dünyadan buraya düşen mülteciler değil miyiz, o vakit bu acımasızlığınız kime? Havvanın o elmayı yemesiyle başlayan entegre sürecimiz entegre olamadan bitecek inanın. Entegre olmadık diye gidelim mi? Bekleseniz deveyi güdeceğiz. Zaten Türkiye Demokrasisi bizi gütmüş güttüğü kadar. 

Peki sonra ne mi oldu? Ocak ayından Şubat ayına kadar başta Berlin olmak üzere küçüklü, büyüklü birçok şehirde aşırı sağcılığa ve ırkçılığa karşı onlarca insan ,aralarında ,Olaf Scholz *ve Annelena Baerbock* un da içinde olduğu pek çok siyasetçinin katıldığı, yürüyüşler yapıldı. 

Bende aman dedim protestoya mı gideceğim? Hatırıma sevgili anneciğimin sanki hayati bir ameliyat olmamışçasına, iki gün sonra sandalyede Zaman gazetesinin kapısına dayandığı geldi. Biraz da coşkulandı, herkes o vakitler. İlk defa bir şeye karşı çıkılıyordu. Muhafazakar kesimin ilk karşı çıkışıydı. Heyecan verici olmalıydı. Oktay usta lokma döküyordu Bank Asyanın önünde. Bu halk o lokmaları bir güzel yedi, bizimkiler meydanda kendilerini gösterdiklerini sanırken başkumandan da listeleri eksiksiz  hazırladı. Sonrasında ise ben kendimi annemle el ele İstanbul’u terkederken buldum. İstanbul’u terkedeceğime kendimi terk etsem daha iyiydi ama bana da istanbul’u terketmek düştü. Evet protesto etmek güzel ama yorgunum.

 Daha sonra bu fikrimi değiştirecek bir gelişme yaşandı. Okul grubunda tüm gazeteciler örgütlenince bari ben de gideyim, adamlar benim için gidiyor, dedim. Akşamına eve gideceğimi, gözüme biber gazı sıkılmayacağını, devletin bir de madden beni coplamayacak olduğunu ve oracıkta ölüp arkamdan melek resimlerini Twitter'da paylaşmayacaklarını bilerek bir protestoya gitmenin rahatlatıcı bir garipliği vardı. 

Protesto alanına geldiğimde ise bizim gazetecilerin herbiri pankartlarla hazır ve nazır oradaydı. En coşkuluları onlardı. Alkışlar kıyametti. Sessizce ama şevkle izledim onları. Yağmura rağmen kimse alandan ayrılmadı. Sloganlar atıldı, sözler verildi. Biriz, bütünüz rengarengiz, dendi. Bilemem yeter mi, bu kalabalıklar yenmeye içimizdeki diktatörleri yahut bu kalabalık gerçek mi? Dost kara gün gelmeden belli olur mu bilemiyorum.Yine de umut bitmeyen aşı yüreklerimizin.

Hepimizin içinde, bu diktatör gibileri vardır bazen susturduğumuz, bazen gizli gizli beslediğimiz, bazen odalara sakladığımız, sürgünlere gönderdiğimiz, bazen darbelere hazırladığımız. Ama hepimizin içinde yine de tüm bunlara karşı çıkan bir tatlı karşı koyucu, bunları değiştirmeye çalışan başı hafif ezilmiş o kişide elbet vardır. İçimizdeki karşı koyucunun onları yendiği günlere. Akıl ve ruh sağlığınızı  koruduğunuz günler dilerim.

*Olaf Scholz (Almanyanın Sol Partisinden seçilen başbakanı)

*Annalena Bearbock ( Almanyanın Birlik 90 /Yeşiller Partisinden seçilmiş Dış işleri bakanı)