Search This Blog

Tuesday, August 20, 2024

GÜLÜMSE, ÇEKİYORUM



’’Kamera tamam, lensler tamam, yedek batarya, kamera çantası, komik pembe mikrofon. Her şey hazır. Ben hazırım. Heyecandan uçuyorum. İçimde konfetiler patlıyor ama havalı durmalıyım. İçimdeki çocuğu akıllı uslu köşeye oturtmalıyım.’’

Merhaba sevgili okuyucularım, dostlarım. Ne zamandır ayrıydık. Biliyorum, bu dünyaları kurtardığım
fazla sıradan hayatımı sizler de merak ediyor ve haber almak için sabırsızlanıyorsunuz. İlk
finallerimi hastanede hemşirelerle birlikte kutlayışımın ardından bari diğer sınav döneminde bu
denli düşmeyeyim dedim ve çok şükür röportajlar ve görüşmeler için yollara düşmem dışında
düşmemeyi başardım. Ve bundan ötürü sizlerle bir şey paylaşamadım. Evet ses bir iki ses bir iki. Yeşil manzaraların arasından geçerken iki saatlik yolculuğumuzun
sonuna gelmek üzereyiz. 40 derece havada günah kapatıcı fondötenimi bile sürdüğüm bu günde
sizlerleyiz. Bugün birtakım sonların başlangıcı ve birtakım başlangıçların ise sonunun
olduğu birgün. Ben hep başlangıçlarda master yaptığımdan bugün mikrofonumuzu üniversiteden
mezun olan canım arkadaşımıza çeviriyoruz. İyisiyle kötüsüyle, hüznüyle kederiyle bir devrin sonuna geldik. Bitmez denilen Üniversite hayatı bugün her ne kadar dört senenin sonunda okulun sönük “Bachelor“ balonu gibi bazen insanı söndürse de işte bitiyor. Siz onu hep bir Psikolog olarak tanıyacaksınız. Bense onu derinlerden, eskilerden bilen biri olarak resimde yerimi alacağım. Sanki bunu haddinden fazla abartıyormuşum gibi geliyor ama başka bir dilde hayatını, sevgilerini sürdüren bizler için belki de en zoru başka bir dilde okumak. İşte sevgili arkadaşım bunu başardı. Sevinmeyeyim de ne yapayım.

Yolda bile içimdeki çocuk asla bir yerlere oturamıyor. Maalesef artık anaokulunda bile şatafatlı
mezuniyet törenleri yapılan bir çağda iken Posta Sevdalısı çoğu Alman üniversitesi resmi bir tören
yapmaktansa diplomanızı size mektupla yolluyor. O yüzden öğrenciler tarafından yapılan bu Gayriresmi partiden çok şey umarak geliyoruz. En azından ben, arkadaşımı günün starı gibi
fotoğraflamayı umuyorum. Konuşma yapan Profesörü asla hiçbir şeyden ödün vermeden
sandaletleri ve kaprisi ile görünce bir an günah kapatıcı fondötenimin fazla olup
olmadığını düşünüyorum.
Boynumda kameram, kolumda sevgili arkadaşım mezuniyet partisinin olduğu alana giriyoruz.
İçimdeki neşeden ve coşkudan mı yoksa başımdaki örtüden canlı bomba sanılmamdan mı bakışlar
bizi yer yer süzüyor. Umurumda da değil ama gelseler ve bir merhaba deseler elbisemin altında
bomba olmadığını göreceklerini düşünüyorum fakat bunu yapmıyorlar. Solda, içecek masası bizi
karşılıyor. Kadehleri andıran bu bardaklarda portakal suyu içmek de bir havalı yalnız. Bahçe çok sade de olsa süslenmiş. Masalar kırmızı örtülerle örtülmüş. Öğrenciler yavaş yavaş toplanıyor. Herkes misafiri ile
gelmiş. Ve genelde de misafirleriyle ilgileniyorlar. Nasıl anlatsam size çok sakinler. Ya çok sakinler
ya dört sene boyunca hafiften onlar da kafayı sıyırdı. Ya da onların da içinde konfetiler patlıyor
benim gibi. Ama arkadaşım Almanya’nın en eski ve en güzel üniversitelerinden birinden mezun
oluyorsunuz. Kepler atılırken en fazla bu kadar mı çığlık atabiliyorsunuz yani? Eh biraz eleştirmedim
değil. Zaten koskoca okulun 10 tane kepe sahip olması ve isimleri onarlı onarlı söylediklerinden
bahsetmiyorum bile. Bunlar böyle böyle zengin oluyorlar işte arkadaşlar hiç cık cık etmemek lazım
esasında. Gereğinden fazla şatafata lüzum yok demek ki ama coşkudan da kısmasaydınız be
canlarım.
Sağdan, soldan aşağıdan yukarıdan boydan.. Günün starını çekiyorum amacım onu çekmek
elbette bu dönem aldığım Fotoğrafçılık dersinin hakkını vermek değil. Yavaş yavaş isimler
okunuyor. Starımız da bizim kadar heyecanlı. Daha da heyecanlı olanı bakalım bu sefer yabancı bir
ismi nasıl okuyacaklar ve nerede hata yapıp, bizi güldürecekler. Fakat beklediğimizin
aksine gayet iyi bir telaffuzla arkadaşımı çağırıyorlar. Helal be helal gayet doğru söylediler ismi.
Daha sonra onu ve bir kaç arkadaşını daha çekiyorum. Bu öğrenciler tarafından göz kamaştırıcı
büfe bizi kamaştıramadığı için daha sonra yemeğe gitmeyi planlıyoruz. Ama önce bir durağımız
var: Kampüs. Onun bana o ünlü hikayelerini anlattığı, ve zamanını geçirdiği dersliğe giriyoruz.
Hikayeleri kafamdaki kişilerle yerlerine oturtmaya çalışıyorum. Sonra kızımızı biraz da şu dirsek
çürüttüğü sıralarda çekeduruyorum. Kendim mezun olsam en fazla bu kadar sevinirim herhalde.
Sonra Pembe mikrofonumla onlara sorular sormaya başlıyorum, biraz duygulanıyoruz. Eee en çok
ben gazeteciyim, burda soru sorulacaksa onu da ben sorarım. Komik mikrofonumu arkadaşıma
tutuyorum bugüne dair duygularını alıyorum. Kendini değerli hissetmesini, bugünü en güzel
şekilde hatırlamasını istiyorum. Sonra mikrofon bana geliyor. Ona 4 sene önce Fransa
seyahatimizde geciken treni beklerken endişelerle bu hayallerden bahsedişini, tatlı tatlı okulların
mülakat kurallarından şikayetlendiğini hatırlatıyorum. Yıllar önce şu an burada olduğumuz resme
öylesine uzakken şimdi işte o hayalini kurduğumuz resmin içindeyiz. Yıllar önce tüm başlangıçların
başlangıcında korkulu, endişeli ülkesinden ayrı iki gençken
şimdi ise o halimizden eser yok. Kendine inan, kendine güvenen düşsede en azından beraber düşen iki kadınız artık. Haberi bile yok ama hayallere beni en çok inandıranlardan o.