Sunday, June 9, 2024

BİR HASTANE MACERASI


Hep bayılsam, ambulansa binsem neler olur diye düşünmüştüm. Ambulans benim için de hızlıca hastaneye gider, sirenlerini açar ve sevdiklerim peşimden gelir mi diye düşünmüştüm. Tabii bir de ambulansın ne kadar hızlı gidebileceğini merak ediyordum. Barfi filmindeki baş karakterimiz de benim gibi güven sorunlarıyla boğuşmaktaydı ki, sevdiklerini test etmek için bir sokak lambasını tam önlerindeki şişeyi devirecek şekilde keser, sonra test ettiği kişinin yanına geçer ve arkadaşının o an yanından gidip gitmeyeceğini test ederdi. Tabii sokak lambasının üstlerine düşeceğini sanan zavallılar da bunun ilk başta test olduğunu anlayamaz, Barfi’nin yanından hızla sağa sola kaçışır ve testi kaybederlerdi.

En nihayetinde güneşli günlerde etli pilavı seninle yiyecek 100 küsür adam bulursun ama zoru güneş ufukta bile değilken gösterilen çabadır. Beni sevdiğini söyleyenler gerçekten beni seviyor mu, işte şimdi görecektik. Bana da söylenecek miydi güz türküleri, bunu anlayacaktık. Dost dediklerim tost mu idi yoksa? Beni bu halde görmeyi yürekleri kaldıracak mıydı? Acaba benim için yollar aşacaklar mıydı? Her şerde hayır mıydı, her hayırda şer mi bunu anlayacaktım. Bakalım kimler sokak lambası düşse de elini solumdan çekmeyecekti?

Gözümü açtığımda kardeşim “Abla” diye bağırıyordu ve çoktan sedyeye bindirilmiştim. Eşarbım başımdan kaymıştı. Daha sonra bayılınca eşarbımın tamamen düştüğünü, korkudan ambulans yerine polisi arayan canım kardeşimin ambulans gelmeden başıma hızlıca taktığını öğrenecektim. Hayatında kaç kez eşarp takmıştı ki diye düşündüm ve onu o an hayal edince gülmekten kendimi alıkoyamadım.

En son eve gitmek için arabanın kapısını açtığımı hatırlıyordum. Şimdiyse birilerine benimle ilgili bilgiler veriliyordu. Ambulans çalışanı bilincimi kaybetmemem için bana ardı ardına sorular soruyordu. Kaç yaşındaydım, ne okuyordum. Ne yalan söyleyeyim her sene başka bir eyalette, başka bir bölümde okuyordum. En son başladığım bölümde kalmak ve burada başarılı olmak çırpınışının sonunda da seninle bu ambulansta beraberdik işte. Kafam sedyedeydi, ellerim oradaydı ama kafamı kaldıracak halim yoktu. Sonra şok haliyle Türkçe konuştuğum için Almanca bilmediğimi sandılar. Yahu ben C1 sertifikasını siz “Almanca bilmiyor hasta.” deyin diye mi aldım? Senden bir şey olmaz diyen Almanca profesörüm bu anı görse keyif keyif keyiflenirdi doğrusu.

Hastaneye hızla girdik, biri biz girince ayağa kalktı ve dikkatli bakınca onun kardeşim olduğunu anladım. Ambulanstan önce hastaneye gelmişti. Dün filme mi gitsek diye konuşurken, biz film olmuştuk ve olaylar gece yarısı klinikte son bulmuştu. Sömestır tatilini hiç de planlamadığım bir yerde devam ettiriyordum anlayacağınız. Asosyal bir sınav sürecinden sonra deli gibi gezmek, sosyalleşmek istemiştim ama Tanrının da bir takım istekleri olmalıydı ki işte buradaydım.

Odaya alınmadan önce hemşire özel sigortalı mı, devlet sigortalı mı olduğumu sordu, ona göre odaya alınacaktım. Vay canına dedim kefenin özel sigortası yoktu amma hastalıkta bile bir sınıflandırma mevcuttu. Privat Versicherung ha... Hala kendimde değildim, edebi laflar söyleme sarhoşluğuyla söylenen bir laf değildi bu. Dilim damağım kurumuştu. Su diyordum ama kimse su vermiyordu. Hayatımda kaçamadığım kadar iğneyi ise bir gecede yemiştim ve o yanımda yoktu. Her iğne olacağımda, sıkı sıkı elimi tutup, benimle hastane yolunu tutan o kişi yoktu. Telefonu hep meslek icabı “acil bir şey mi var?” diye açıyordu ve evet şimdi acil bir şey vardı ve bu lanet olası kilometrelere rağmen benim ona sarılmaya çok ihtiyacım vardı. Fakat ellerim kısa, kalbim solgun, sedyede çaresiz yatıyordum. Onu ne kadar özlediğimi bilmiyordum, ne kadar sarılsam iyileşeceğime dair hiçbir fikrim de yoktu ama zerrelerim onu istiyordu bunu küstah bir bilgelikle biliyordum.

Küçük bir çocuk nasıl dayak yiyince abisini, ablasını çağırırdı işte ben de onu çağırmak, ruhunun gölgesine bağdaş kurmak, beni iyileştirmesini izlemek istiyordum. Fakat ne yazık ki yine bir akıllı ne kadar özlerse ve bir deli ne kadar kavuşursa onu öyle özlemekteydim. Şimdi yaşadıklarımı bile anlatamıyor beni sersemleten ağrı kesicilerin etkisiyle hiçbir şeye cevap veremiyordum. Oysa o tüm endişelerden uzak tanırdı yaralarımı. Kendime biraz geldiğimi düşünüp etrafıma bakınırken iki hemşire beni yatağıma aldı. O kadar çok ağrı kesici almıştım ki normal şartlarda beni korkudan öldürecek büyüklükte koluma takılı iğneyle göz göze gelmeme rağmen sesimi çıkaramadım. Bu ağrı kesicilerle daha fazla baş edemiyor, aylardır ilk kez savaşsız ve sessiz bir uykuya dalıyordum.

Sabah annem yanımdaydı, portakallı kek yapmıştı ve patates haşlamıştı. Oysa midem aşırı derecede bulanıyordu, acilden çıkmadan bir bardak su vermişlerdi onu da bir güzel acile kusmuştum. Fakat anneler işte, ona sarılsam aslında en güzel kekler içime kolayca giriverirdi. Ama o bunu bilmiyordu. Biraz yürüyüş için koridora çıktığımda Deniz gözlü yazdı. “Buluştunuz mu?” Yeter, acillik olmuşum insan hal hatır sorar, dedim. Dakikasında beni aradı fakat lütfen bana söyleyiniz dostlarım, bu kadar anlattıklarıma rağmen size şaka yapıyor gibi bir halim var mı? Hanfendiyi ikna etmeye çalışıyordum ki, dostum aradı. Çarşı karışmıştı. Sende bunu istemiyor muydun diyenleri duyar gibiyim. Elbette biraz dramayı ve ilgiyi kim istemezdi. Ama kendi yönettiğim bir kaos dilemiştim, benim için endişelenecek bu kadar insanın olduğunu da bilmiyordum. Hep buna değmeyeceğimi düşündüren hislerle doluydu içim.

Fakat sadece bir gün sonra dostum buradaydı. Kilometrelerce yol gelmiş, ellerinde çiçekler tüm zerafetiyle asansörden bana koşuyordu. Sahi ben bu kadar yol eder miydim? 200 km gidiş geliş, geciken trenler, koşulan peronlar… Onu elbette böyle lüzumsuz sınavlara tabi tutma alçaklığını göstermiyordum fakat bu kadar hızlı geleceğini tahmin etmemiştim. Ama korktuğum kişi o değildi. Deniz gözlüydü. Neden gelsindi ki, beni neden merak etsindi ki? 4.gün geleceğini söylemişti. O gün ise bir takım testler yapılacaktı ve bunun için gece boyu uyumamam istenmişti. Çok da zor olmamıştı ayakta kalmak. Uyumamak zor değildi, uyumazken beni esir alan düşünceler vardı, her gün esiri olduğum sayısız düşüncelerdi zoru. 

Testlere gelecek olursak eğer içimdeki delilikleri bilselerdi beni buraya zincirlerlerdi lakin bunu göremiyorlardı ve bundan ötürü suçlanamazdım. Günden güne sabrım tükeniyordu. Kafamın içinde yüzlerce soru hunharca birbirine çarpıyordu. Buradan çıkacak mıydım, neden bu kadar uzatmışlardı? Kafamın içine o kabloları takınca arsız fikirlerimi görebileceklerini mi sanıyorlardı? Bu içime yolculuk istekleri de neydi?

Düşünmeyi bırakıp hastaneyi turlamaya karar verdim. Eşyalarımı düzenlemiş, kafeteryadaki kitaplara göz atmış, günlük yazmıştım fakat zaman o kadar uzundu ki. Biraz da gece hemşireleriyle lafladım. Güneş odama girerken aşağı inmeye karar verdim. Koca bir işleyiş vardı hastanede. Henüz ziyaretçi yoktu.Tek tek izledim herkesi, getirildiğim acil çıkışına baktım acıyla. Gececilerin gündüz çalışanlarına görev teslimlerine şahit oldum. O beyaz önlüklerin ardında ne denli farklı hayatlar olabileceğini düşledim. Nihayet ölçüm için odamdan alındım. Artık buradan gidebilecek miyim onu öğrenecektik.

Akşama doğru ise deniz gözlü gelmişti, yanında dostu, güzel bir yemek ve Ülker çikolatalı gofret getirmişti. Hem de sekizli aman Allah’ım ben bir tane istemişken o sekizli getirmiş. Hem de misafirken bile bana yemek yaptıran bu mavilik bana yemek yapmıştı. Durumum ciddi miydi, onda mı değişiklik vardı, tüm bunlar bir kuruntu muydu? Bana yaşattığı bu soluk endişelerin hesabını ödemeliydi ama önce Ülker çikolatalı gofretimden bir ısırık almalıydım. Kafeteryada nasıl bu hallere düştüğümü bir de onlara anlattım. O masada daha neler konuştuk bunları anı kutumun kilidine alırken gitmek vakti ise çoktan gelmişti. Sen bende özel sigortalısın, devlete aman düşme dedim. Güldü. Dün geceyi sabah edene kadar zaman öyle uzun ve bitirilemez gelmişti ki şimdi ise akrep ve yelkovanın sevdiklerimin yanında kahpece hızlanışına şahit oluyordum. Onlar giderken ben yine burada kalmıştım. Aşklardan aşka koşacakken hemşire gittiğimi anlamasın diye koşa koşa kendi bloğuma geçiyordum. Bir gün daha bitmişti ve testlerin yarın çıkacağını söylemişlerdi.

Evet, o gün gelmişti. Bugün kararımı vermiştim artık gidecektim. Valizimi hazırladım, doktor bir şey dese de gidecektim. Nitekim sabah odama uğrayacaklarken ancak ikindi vakti gelmişlerdi. Sabahtan öğleye değin olan süreçte aklımın kalan kısmını da kaybedecektim. Stresten kardeşime çatıyor, yemek yiyemiyor, uzanamıyordum. Kafamda binlerce soru balonuyla bir saat daha geçmişti ki kapı aralandı. Başta doktor ve arkasında elleri ceplerinde asistan doktorlar içeri girdi. Karar anı gelmişti. Şu an doktorun ağzından çıkacak bir kelime her şeyi belirleyecekti. Stresten beni bu hale getiren durumun da beni strese sokması şahaneydi. Doktordaki hava kimsede yoktu, gözlüğü de epey klastı. Kulak kesildik ve heyecanla doktoru dinledik. Her şey stresten olmuş dedi doktor sakince. Sanki stresten uzak duran varmışçasına, Kraliyet Prensesinin kanser olduğu bir dünyada stresten uzak durmak benim neyimeydi? Yine de ses etmedim. Demek ki korku dolu yedi günün özeti bu sözcükte gizliydi: Stres. Artık gidebilirdim.



Gidemeyenleri görünce gitmek sanki onlara bir ihanet gibiydi. Ama gitmeliydim iki parça aklımda yoksa burada gidecekti. Böyle dediğime bakmayın ama sağlıklı adamı hasta ederdi bu çıldırtıcı sessizlik. Bana getirilen çiçekleri itinayla kestim, vazolarına su ekledim ve kafeteryanın masalarına yerleştirdim. Bir hafta boyu iğneden kaçışlarımda bana sinirlenmeyen hemşireleri, hasta bakıcıları unutmamalıydım. Hızlıca bir mektup yazdım, kafam gramerine dikkat edemeyecek kadar yorgundu, düzeltme yapmadım. Yedi günlük bu esaret bitiyordu. Kardeşimle mutluluktan uçarak otoparka indik. Daha önce hakkıyla şükretmediğim bir şeye şimdi şükrediyordum. Damarlarımda akan kana, aldığım nefese ve bayılmayıp beni ayakta tutan ayaklarıma. Şu dünyadaki en önemli şey pek tartışılır bilirim, ama bugün şükrediyorum sağlığıma. Artık kendimi acillik etmeyecek kadar stres yapacağıma söz verdim. Eve kadar 80 km var ve 30. kez sevgili kardeşim bayılma taklidimi yaptı bile. Akıl sağlığınızı koruduğunuz ve kardeşinizin diline düşmediğiniz günler dilerim.



31 comments:

  1. Fatmacigim, kız çok geçmiş olsun! Sana neler olmuş böyle?? Yazın çok güzeldi, hayatın içinden resmen;)

    ReplyDelete
    Replies
    1. Çok teşekkür ederim🤗

      Delete
  2. Geçmiş olsun bir solukta okudum çok güzel bir yazı olmuş yüreğine sağlık esenlikler diliyorum.

    ReplyDelete
    Replies
    1. Çok teşekkür ederim. İyi günler dilerim

      Delete
  3. Çok teşekkür ederim🤗

    ReplyDelete
  4. Bayılmadan hastanedeki insanların durumunu yazsaydın daha güzel olurdu.

    ReplyDelete
    Replies
    1. Bu sefer bayılarak oldu. Kusurumuza bakmayın, bakalım zaman ne gösterir🤗

      Delete
  5. Hayat bazen yüzümüze güler bazen de bizi tokatlar. Yazınız çok akıcıydı. Teşekkürler.

    ReplyDelete
    Replies
    1. Evet hayat işte. Yorumunuz için teşekkürler. Ne mutlu bana

      Delete
  6. Kelimeler iç serzenişlerin cümlelere dökülmüş şeklidir. Sen bunu çok güzel ifade etmişsin. Tebrik ederim.

    ReplyDelete
    Replies
    1. Yorumunuz için teşekkürler

      Delete
  7. KedisiLokumunbabasıJune 11, 2024 at 12:38 PM

    Hayal edilen ile zuhur eden arasındaki farklılıklar aslında çok da değil miymiş? Her açıdan değerlendirilmenin yapılmadığı hayaller... İşi eğlenceli bir şekilde ifade ederken rutinlerimizin ne kadarda kıymetli oluşunu anlattığın ve bunuda keyifli bir şekilde yansıttığın yazın çok güzeldi. Umarım hayallerin düşündüğünden ötesinde güzellikte zuhur etsin...

    ReplyDelete
    Replies
    1. Yorumunuz için çok teşekkürler. Evet hayal edilen ve hayatın sunduğu birbirinden çok başka. Eğlendirebildiyse be güzel

      Delete
  8. Kalemine ve gönlüne sağlık kardeşim. Yazını bir çırpıda okudum. Akrep ve yelkovanın bazen yavaş bazen çok hızlı koşması da ilginç ama ne kadar doğru. :) Bu arada geçmiş olsun. Sağlıkla kal her daim. A.A

    ReplyDelete
    Replies
    1. Yorumunuz için çok teşekkürler. Evet maalesef konu dostlarla zaman olunca zaman düşman kesiliyor bizlere.

      Delete
  9. Kaleminden dökülen samimiyetin sarıp sarmalamasıyla bu kadar uzun yazıyı bir çırpıda okudum. Sağlıkla nice güzel yazıların olsun

    ReplyDelete
    Replies
    1. Yorumunuz için çok teşekkürler. Bir çırpıda okumanıza sevindim.🤗

      Delete
  10. Gecmis olsun,cok ama cok begendim yazini

    ReplyDelete
    Replies
    1. Çok çok teşekkürler yorumunuz için

      Delete
  11. Betülcüm yazın harika olmuş. Okurken çok merakla okudum. Ben cennet ablan. Öncelikle geçmiş olsun diyorum. Başarılarının devamını diliyorum. Öpüyorum sevgiler canım benim

    ReplyDelete
    Replies
    1. Cennet ablacığım yorumunuz için çok teşekkür ederim. Ne mutlu bana merak ettirebildiysem. Sevgilerrr

      Delete
  12. Bidaha bayilmaman dilegiyle canim ablam

    ReplyDelete
    Replies
    1. İnşAllah canım kardeşim hahahah

      Delete
  13. Canım kızım inanın bu yazıyı okuduğum zaman kalbim o kadar hızlı çarpıyordu ki bir an önce sonuca gelmek istedim geçmiş olsun canım çok öpüyorum ve seni çok seviyorum hepinizi seviyorum

    ReplyDelete
    Replies
    1. Yorumunuz için çok teşekkürler.Çok şükür iyiyim. Sevgilerr

      Delete
  14. Tekrar cok geçmiş olsun canım yazını okurken dedımkı ıyıkı hukuk fakültesini bırakmiş bence sende iletışim yetenegı var Rabbım yolunuda bahtınıda açik eylesin

    ReplyDelete
    Replies
    1. Çok teşekkür ederim. İnşallah

      Delete
  15. Kalemine sağlık canım benim. Hepimizi bi heyecanlandırdın cidden… Rabbim beterinden korusun, aynısını yaşatmasın inş🤲🏼
    Sevgiler,
    Kübra 🙃

    ReplyDelete
  16. Çok geçmiş olsun.

    ReplyDelete
    Replies
    1. Çok teşekkürler

      Delete
    2. Aminn. Yorumunuz için çok teşekkürler Kübra Hanım🤗

      Delete

Yorumunuz için çok teşekkürler.